30 Haziran 2014 Pazartesi

Bir direniş günü ve düşündürdükleri - 31Mayıs2014



Bir direniş günü ve düşündürdükleri

31Mayıs2014 günü istiklâlde direnişteydik. size o günümüzü anlatayım, sıkılmazsanız okuyun. biraz uzun ama...

o gün istiklâle ulaşmak, hangi istikametten gelirseniz gelin, fazladan bir 500m-1km yürüyüş gerektiriyordu. çünkü iktidar taksim çevresine devasa çapta bir polis barikatı çemberi oluşturmuştu. sanki bir diktatör harita üzerine eliyle gelişi güzel bi yuvarlak çizmiş, “burada, kuş uçma noktasında çok sıkı olacaksınız” demişti… yüz metrelerce önce başlayan aşama aşama polis barikatları, “ordan gidemezsin, şurdan dolan”, “e orası da kapalı”, “daha aşağıdan dolan” diyalogları vs. vs… görmeyen inanmaz, oh tanrım sizi inandırsın, şişliden taksime ve istiklalde de istisnasız her ara sokakta polis vardı. ara sokakları birbirine bağlayan ara sokaklarda da… yuh artık mı dediniz? evet, yuh artık!

üzerinde üniforma olmayan bıçkın delikanlılar bir ellerinde siyah poşetler içinde yepyeni son model gaz maskelerini taşırken (hani şu Somalı madenciye çok gördükleri maskeler) diğer ellerinde siyah coplarını sallaya sallaya geziyorlar. günün modası, Westpack ve Escape marka sırt çantaları… söylenen rakamlara göre 25.000 full teçhizatlı, vicdanı moral operasyonla alınmış robokop (ya da eski adıyla fruko), bilmem kaç tonluk, bilmem kaç tane TOMA, ilaçlı su, silahlar, gaz bombaları ve bunlara ek olarak, bir toplumsal muhalefet hareketinin üstesinden polis görünürlüğünü ve şiddetini artırarak gelebileceğini zanneden ortaçağ zihniyetine ama maalesef modern devlet imkân ve aygıtlarına sahip bir iktidar.

bunun karşısında ise biz… şort, kot, tişört, bluz ile donatılmış zırhlı birliklerimiz, fular ile desteklenmiş savunma sistemlerimiz, talcid-viks vs. tarzı kimyasal silah savıcılarımız ve bunların altındaki çırıl çıplak bedenimiz.

ara sokaklar tamamen abluka altında, istiklal caddesi üzerinde ise öbek öbek birikebilen gruplar dayanışma içinde ilerlemeye çalışıyor, sloganlar atıyor vs. ama herhangi etkili bir hareketin oluşması imkânsız. polis mevcudiyeti hiç görmediğim ölçüde. tüm ara sokaklar kapalı olduğundan bir kovalamaca esnasında sadece istiklâlden aşağı doğru ciğeriniz elverdiğince koşacaksınız.

tüm bunlara rağmen hiçbir çıkarı olmayan, gözaltı, tutuklama, yaralanma, sakatlanma, tehdit, taciz, organ kaybını göze almış insanlar direniyor.

(ölüm… ölüme uzun parantez… evet, öldürülenlerimiz de oldu; üstelik daha yeni… kadıköyde izinli mitingde kullanılan aşırı gaz ile Elif Çermik öldürüldü meselâ… veya polis biraz sıkıştığında silahına sarılıp Uğur Kurt veya Ethem Sarısülük gibi sizi başınızdan vurabilir ya da Ahmet Atakan veya Abdullah Cömert gibi kafanızdan gaz bombasıyla vurulabilirsiniz, hiç olmadı eve dönerken Ali İsmail Korkmaz gibi sokak arasında dövülerek öldürebilirsiniz çünkü “polislerimiz de nasıl sabır ediyor, hayret” ve “evde zorla tuttuğum bir %50 var”, evet, evet… ama bilmiyorum, ölüm aklından geçiyor mu taksime çıkanların? taksime çıkarken ölümü göze alarak çıkılıyor gibi büyük bir sözü şimdilik kullanmıyorum çünkü mısır’da mübarek’i götüren ilk tahrir meydanı direnişinde yabancı bir kanalda, sokaktaki bir mısırlı direnişçinin bir cevabını duymuştum. sunucu röportajın ardından son olarak bir soru sordu, sıradan bir soruydu bu, günlük bir soruydu, “evet, şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?” diye. mısırlı direnişçi, “i’m ready to die” demişti. ölmeye hazırım… naber, bugün napıcan gibi bir soruya, ölmeye hazırım diye cevap verdiğinizi düşünün… dediğim gibi, taksimde olmasa da öldürülenlerimiz oldu evet ve böyle bir ihtimal var belki ama taksime çıkarken ölümü göze alıyor olmak… bence orda değiliz ve umarım olmayız da… çünkü insanlar çıkıyor!)

bu cesaret, bu inat nerden geliyor anlamak zor. insanlık onuru denen şey böyle bir şey mi, sebebi bu mu bilemiyorum. sokağa çıkmasam ölürdüm, çıktım ama öldüm gibi bir durum… gelemeyenler onursuz felan demiyorum. herkesin yapabilecekleri ve yapamayacakları var ama buradaki insanları (ki yanlış anlaşılmasın, onların içine kendimi dahil etmeye cüret edemem) takdir etmeyip, onlara saygı duymayıp, bir kere bile orada-sokakta yaşanan baskıyı-zulmü-gerilimi yaşamadan eleştirenlerin hepsi bi hassiktir olup gitsinler (afedersin).

kısa bir turun ardından, istiklâlde toplanmanın mümkün olmadığını anlayıp cihangire doğru geçtik, firuzağa’daki duruma bakmak için. ne görelim, Firuzağa’nın ortasına bir TOMA oturmuş, sağanak çevik yığınağı altında demli çayını içiyor. genç elitler rahatsız, yol ağzında toplan(ama)mış insanlar TOMA’yla göz süzüyorlar.

Taksim Dayanışma’nın açıklama yapacağı duyurulmaya başladığında, eşim ve iki kadın arkadaşımı firuzağa’da bırakarak, dayanışmanın bulunduğu sokağa gitmeye karar verdim. cihangirden istiklâle yürüdüm. sokağı buldum ve aralarına katıldım. çevik sokağın istiklâl girişini kapatmış. sokakta bir avuç insan polisle, gaz bombalarıyla, copla, TOMA’yla burun buruna… ne için? meydanda açıklama yapılacak. yazının başından beri bütün bu yazdığım önlemler, bu OHAL o açıklamayı engellemek için. neresinden bakarsanız bakın bu iktidarın acizliğidir, başka hiçbir açıklaması yok. yuh artık mı dediniz? evet yuh artık!

daha sonra sokağın arkası da kapatıldı polis tarafından. sokağın arkası derken öyle uzun bir mesafe değil, 15-20metrede iki taraflı sıkıştırıldık. sloganlar aynen devam, TaksimDayanışma bayrakları dağıtıldı. grup korkusuz ve kararlı hatta zaman zaman neşeli. daha sonra öndeki polisler gaz maskesi taktı ve TOMA bilindik sesini çıkardı. müdahale olacak imajı… ama imaj deyip geçmeyin, kimi zaman da bu imaj sebepsiz yere, anında gerçekliğe dönüşebiliyor. bu gerilime ben 10dk. dayanabildim ve sokaktan çıkmaya karar verdim. arkaya doğru yürüdüm, polis sokaktan çıkmanın yasak olduğunu söyledi. yuh artık mı dediniz? evet, yuh artık!

polis - çıkamazsın, yasak. (çok net)
ben - böyle bir saçmalık olabilir mi? (hiçbir yere varmayan bir soru)
polis - … (çok net yüz ifadesi)
ben - birazdan müdahale olacak sokağın çıkışını kapatamazsın, suç yahu! (sesi yükselterek etki artırma çabası)
polis - … (çok net yüz ifadesi devam)

biraz bedenimle ve kolumla iteleyip kararlılığımı gösterince, “aman, iyi geç” şeklinde yasal iznimi de aldım polisten ve sokaktan çıktım. daha sonra, internete fotoğrafları düşen o yerde üstüste insanların olduğu sokak (büyük ihtimalle) orası. Benim gibi ordan çıkmayıp, kalmaya devam eden insanlar onlar işte… hepsine, aldığım nefese kadar köpek gibi borçluyum, borçluyuz.

istiklâl üzerinde yukarı aşağı dolanarak zaman zaman gruplara katıldım. sonra cadde üzerinde de gaz ve aşağı doğru koşuşturma başladı. ben bir ara sokağa girmeye karar verdim ve çiçek pasajının ve balıkçıların olduğu o sokağa polisin yanından geçerek girdim. benle birlikte birkaç kişi daha girdi. Sokağın başındaki ilk polis barikatı arkasında bir sıra daha polis vardı. gazdan etkilenmemek için sokaktan ileri doğru yürüyüp video kayıt almak için telefonumu çıkarırken o daracık sokağa, sokağın içine en az iki adet gaz bombası atıldı. tamamen sebepsiz. içeride iki sıra polis olan ve az sayıda insan olan bir sokağa yapılan saçma sapan bir saldırı. gaz gelince koşuşturmaca başladı ve ben yerimde kalıp çekim yapmaya çalışacaktım ama daracık sokakta bu mümkün olmadı ve geri çekilmek zorunda kaldım. bu sırada önümdeki çocuğun ayağına (ayakkabısına) bir şey çarptı, çocuk bir ah etti ama ciddi bir şey yoktu. yerde beyaz bir toz bırakan şey muhtemelen yerden seken bir plastik mermi idi. yuh artık mı dediniz? evet, yuh artık!

bütün bunlar insanları umutsuzluğa sürükledi ve artık herkes yavaş yavaş evlerine dö…

hayır, ilginç ama böyle olmuyor, insanlar eve dönmüyor, yaklaşık bir yıldır süren inatçı bir kararlılıkla devam ediyorlar… bir delik bulup tekrar istiklâle çıkılıyor. tekrar toplanılmaya çalışılıyor, tekrar gaz atılıyor, tekrar çıkılıyor, sonra tekrar gaz, tekrar direniş… o yüzden, şu yenilgi veya yenilgi psikolojisi gibi sözlere hiç itimat etmeyin derim ben. sokakta, çevremde hiç yenik adam-kadın görmedim daha (televizyonda, orda burda habire böğüren yenik adamı saymazsak). bütün gücüyle, şiddetiyle, modern aygıtlarıyla, neo-liberal sermayesiyle, ideolojisiyle, kültürüyle, medyasıyla, öldüre öldüre, sakataya sakatlaya, öldürenleri ödüllendire ödüllendire, kudura kudura devasa çelik presler arasında bizi sıkıştıran iktidarın karşısında halâ daha bi sıkımlık canının üzerine geçirdiği bir kot bir tişörtle onun karşısında dimdik duran bunca insan varsa, bu yenilgi felan değil, zafer için onur taaruzuna başlamış insanlar demektir. şu anki durumumuz en kötü ihtimalle yenişememe halidir… benim eşim, minicik bedeniyle (ve eşim gibi yüzbinlerce minik bedenli koca yürekli kadın) halâ robokopların karşısına geçmek için kendiyle savaşıyorsa, sokaklarda elinden, bedeninden geldiğince direniyorsa, hamile veya yeni doğum yapmış arkadaşlarımın evde otururken içi içini yiyorsa, kız kardeşim haber yaparken bedenini nasıl kullanırsa daha az insanın polis tarafından yaralanacağının hesabını yapıyorsa… kimsenin yenilgiden felan bahsetme, karamsar olma lüksü yok demektir.

istiklâlde etkin biçimde toplanabilmek mümkün değildi belki ama eminim birçoğunuzun videolarını izlediği bireysel deliler çıkıyordu sahneye bu kez. ben 2 tanesine şahit oldum GS lisesi civarında; biri tek başına polise karşı bağıra bağıra eleştirisini yapan ve daha sonra bunu bir tirada dönüştüren yaşlı bir adam, diğeri de telefonda birine dert anlatmaya çalışıyormuş gibi yapan (gerçekten öyle miydi emin olamıyorum ama adamın sinirden saçları bile titriyordu) ama aslında bağıra bağıra durumumuzu anlatan başka bir adamdı. bir polis gelip bu ikinci kişiye müdahale etmek isteyince, alkışlarla destek verildi ve polis etkisiz kaldı. Hatta sonra adam bağıra bağıra, dağ başını duman almış (gençlik) marşının başını felan da okudu. bir de şarkı söyleyen adamla, video selfi yapan çocuk varmış… onları da internetten gördüm.

çıplak adamı hatırlarsınız, geçen senenin en delisiydi. bu direniş hareketinin asla evcilleşmeyeceğinin, ele avuca hatta kavramsallaştırmaya gelmeyeceğinin en zirve örneğiydi. gecenin bir vakti, polis karşısında, istiklâl ortasında, çırılçıplak ve şeyini tuta tuta (afedersin) bağırıyor, “ulan müslüman mısınız siz be?! müslümanlık böyle mi olur?!” diyor polise… vay argadaş, neyse…

delileri de gördükten sonra bir posta daha yukardan aşağı kovalamaca yaşandı ve o sırada firuzağadan karaköye geçmiş olan arkadaşlarım ve eşimle buluşup kadıköye gitmeye, orda devam etmeye karar verdik. (evet, devam etmeye:)) karaköy iskelesinden kadıköy vapuruna bindik ama tuhaf bir anons; vapur kadıköye uğramayacakmış. Yuh artık mı dediniz? evet yuh artık!

Vapur eminönüne uğradıktan sonra bizi haydarpaşada bıraktı. bakımsız ama güzel haydarpaşa yanık çatısıyla bizi karşıladı. akşam olmuş, hava kararmış, üzerine vuran turuncu aydınlatmayı yadırgayan ama zerafetle kabul eden muazzam yapı bekliyor ve belli ki özlüyor eski günlerini, hey gidi l’orient express yılları… şimdi kapıları kapalı. türk iktidarının YHT çalışmasının sonucunu bekliyor merakla… otel mi olacağım, gar mı kalacağım?

geleneksel, “direnişten dönen vapurdan inme sloganları” başladı. insanların hiç de morali bozuk değil, aksine her sloganda daha artıyor coşku. sabahki haydarpaşa işgâlinden kalma polislerin tuzluk nöbeti devam ediyor ve yanlarından geçerken daha gür bağırıyoruz şimdi, “katil polis hesap verecek!”
bir vapur direnişten dönen insan şimdi bir vapur direnişçiye dönüşmüştü. bizi kadıköye götürmeyip, haydarpaşada bırakan salak iktidar tarafından zorla yürüyüş yapmaya teşvik ediliyorduk. bu teşvik layıkıyla değerlendirildi. haydarpaşadan çıkıp kadıköye rıhtım caddesinden girmek üzereyken sloganlarla trafiği kestik ve sağdan soldan katılımlarla sanki sıfırdan, sanki bugün hiçbir şey olmamış gibi yepyeni bir eylemi başlattık. Rıhtım caddesinin köşesine, bankaların olduğu yere gelindiğinde ise polis müdahalesi ve dağılma. Yel değirmeni tarafına çıkmaya karar verdik. orası hem direniş için iyi hem de soluklanmak için çünkü sevdiğimiz ve rahat ettiğimiz bir cafe var.

cafeye girdik, oturduk, şarjlanmaya ve nefeslenmeye başladık. biralanmamak için de bir sebep yoktu. açık bir tekel bulup, birkaç bira almak için dışarı çıktım. sokaktan ana caddeye çıktığımda yanan barikatları gördüm. dar cadde üzerinde yaklaşık 10ar metre arayla yanan 3 mini-barikat vardı. ne güzel! Eğer şu ana kadar hiç yanan bir barikatın tam arkasında durmadıysanız, bunu kesinlikle birgün yapın. hele arkasından polisin de görüldüğü son barikat… barikatın arkası sadece fiziksel değil, ki aslında fiziksel olmaktan çok, zihinsel bir sınır. orada hem kendi toprağınızdasınız hem de bunu dosta düşmana cayır cayır ilân ediyorsunuz. barikat gereklidir, güzeldir. orada durmak bir karardır, bir tercihtir, bazı şeylerden vazgeçiş bazı şeyleri de bir daha terk edememecesine kucaklayıştır. ilk kez duruyorsanız, bir dönüm noktasıdır. barikat arkasında durup polise bakmak, evet, ölmeden önce görmeniz-yaşamanız gereken on manzaradan biri… fazla bel bağlamayın tabi yanan mini-barikatlarınıza. bunlar polisçe kolaylıkla aşılır. dedim ya, asıl sınır zihinde…

tekeli buldum, girdim, aldım biraları tam çıkacam, hoop, kepenk kapandı! abi noldu? dememe kalmadı, önümüzden koşuşturarak geçen eylemcileri gördüm. polis kovalamacası başlamıştı anlaşılan. bir mahalleli daha vardı tekelde ve kepengi biraz aralattırıp dışarı çıkmak istedi, evi hemen şurdaymış. o çıktı… e, bari ben de çıkayım diye düşündüm, ondan biraz sonra da ben çıktım ve koşan grubun arasına katıldım. elimde bira dolu torba şangır şungur koşuyorum… şöyle bir arkama bakayım dedim, kimse ve hiçbir şey göremedim. yav neyden kaçıyoz böyle? iyice baktım yok… alla allaaa… önümü bir döndüm ki ne göreyim?! önümde-yanımda bir sıra sivil (salak şapkaları ve bir örnek sırt çantaları ve kendilerini asıl ele veren gözleriyle), onların önünde de bir sıra beyaz kasklı robokop! anaaam, direnişçi diye sivillerin arasına girmişim ya! polisle bir olmuş direnişçi kovalıyom! bunlar benim gireceğim sokağın köşesine ulaştıklarında yavaşlayıp durma eğilimine girdiler, ben onlardan biraz daha önce yavaşlamıştım zaten ve dağa taşa bakıyordum. 2 metre önümde polis, vurmak için adam ararken (gazla veya copla), ben, yani az önce onların yanında koşuşturan kişi, şimdi elimde bira torbası aylak adam numarası yapıyorum ama bu dayak yemeyeceğimin garantisi değil tabi. durmanın veya geri dönüp kaçmanın çok saçma olacağına kanaat getirip hiçbir şey yokmuş gibi dağa taşa baka baka içlerine yürümeye devam ettim… bir yusufçuk havalandı ki sormayın a dostlar... bunların arasından geçtim… önde koşan direnişçi gruba konsantre haldeler ama sokağın köşesinde de bakınıyorlar, tam sokağa dönüp girecem, çeviğin biri gaz bombacı olana aynen şöyle dedi, bizim cafenin sokağında ileride ne-kim oldukları belirsiz ama hiç de kaçmayıp gayet sakin ve sabit duran 3 insan silüetini göstererek;

- şurda da bi kaç kişi var, sık olm, sık sık!

yuh artık mı dediniz? evet, yuh artık!

sıkmadı. ön taraftan koşanlara kanalize olmuş beyni, bu tali tavsiyeyi değerlendirme sürecine alamadı ve öne koşmaya devam ettiler. ben sokağa girdim, bizim cafenin önünde duran potansiyel teröristlerin aslında sigara içen 3 tane fransız erasmus öğrencisi olduğunu gördüm. biraz ingilizce bilenine ve cafe yetkilisine durumu anlattım. içeri girip, cafenin ön cephesindeki ışıkları ve kapıyı kapatmaya karar verdiler. içeri girildi, kapı ve kepenk kapatıldı, sadece kapının önündeki kepenk açık bırakıldı, belki kaçıp buraya girmek isteyen olur diye… dışarıdaki ve içerideki ön cephe ışıkları kapatıldı. evde yokuuuz… cafenin en arkasındaki açık kısımda ve üst katta gizli gizli biramızı içtik; hani, olur muyuz, olmaz mıyız diye tartışılan iran var ya, işte oranın gençleri gibi…

yuh artık mı dediniz? daha demediyseniz, artık diyebilirsiniz, hatta sokağa çıkıp yuh diye bağırın bence!

Direnişle,