4 Kasım 2010 Perşembe

Avrupa'nın Kimlik Krizi

Süha Karadeniz
İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Doktora Öğrencisi

Bilgi Üniversitesinin düzenlediği İstanbul Seminars 2010 Dialogues on Civilizations’a katılmadan önce kafamı kurcalayan bir soru vardı, Seminars sırasında ve ne yazık ki Seminars’dan sonra da kafamdaki bu soru aynı yerinde duruyor; Avrupa’da veya Batı kültüründe yaşanmakta olduğu söylenen kimlik kriziyle alakalı.

            Baumann’ın, “Stranger=Danger” algılamasını ve modernizmin “öteki”ne karşı onu ya “yeme” ya da onu “kusma” ile tepki verdiğini anlatan; Cengiz Aktar’ın Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi almamasının meşru olmayan sebeplere dayandığını gösteren sunumları sırasında en yüksek seviyeye ulaşan merakımın en sonunda medeni cesaretsizliğimi yenmesi sonucunda, Alain Tourraine’e ve Zygmunt Baumann’a şu soruyu sorma ayrıcalığına sahip oldum: “Avrupa’nın yaşadığı kimlik krizini, kendi “öteki”sinin kim olduğundan bu kadar emin olması durumu ile nasıl birleştirebiliyorsunuz? Kimlik krizi içindeki bir insanın, kendi “öteki”sinin kim olduğuyla ilgili de şüpheleri olması gerekmez mi?”. Sorumu zenginleştirmek için Baumann’ın kitabından da (şimdi burada tamamını aktaracağım) kısa bir alıntı yaptım:

“Hacıların” yüz yüze geldikleri ve çözmek için mücadele ettikleri sorun “Oraya nasıl varılacak?” sorunudur. Oysa günümüzde serserilerin, adresi olmayanların ve sans papiers’in (kimlik belgesi olmayanlar) sorunu “Nereye gidebilirim?”, “Bu yol beni nereye götürür?” şekline dönüşmüştür. Artık görev, dertler, hatalar, alınan dersler... aracılığıyla ileriye doğru uzanan yolu kat etmek değil; en az riskli dönüşü yapmak, yol çıkmaza dönüşmeden başka bir yol tasarlamaya başlamış olmaktır. İnsanların asıl tereddüdü, seçtikleri kimliği nasıl edinecekleri ya da çevrelerine nasıl kabul ettirecekleri değil; hangi kimliği seçebilecekleri ve piyasada zamanı dolunca gerekli uyanıklığı gösterebilip gösteremeyeceğidir. Ve temel endişe, sağlam bir toplumsal sınıf içinde nasıl yer bulunup, bunun nasıl korunacağı değil; zaten zorlukla oluşturulan çerçevenin bir anda eriyip gidivereceği endişesidir.”[1]

Bir süredir kendini açıkça, bir kimlik krizi içinde gösteren, her türlü kültürel, sanatsal, akademik, vs. ürünüyle Avrupalı insanın bir kimlik krizi içinde olduğunu anons eden Batı, “öteki”si konusunda hiçbir tereddüt yaşamıyor gibi görülüyor. Kafamı kurcalayan sorun bu idi. Sorumu sorarken, Cengiz Aktar’ın sunumunu yaparken kullandığı (Fransızca olmasından dolayı Fransızların yaptığı anlaşılan) AB ve AB’ye aday ülkeleri gösteren haritada; üye veya aday olsun ya da olmasın Rusya da dâhil Avrupa’daki tüm ülkelerin farklı renklerde gösterildiği ve Türkiye’nin (ve haritanın en alt kısmında kuzeyinin bir kısmı görülen Afrika’nın) renksiz gösterildiğine dikkati çektim. Yani kimlik krizi içindeki renkli renkli Avrupa ülkeleri ve doğularında renksiz bembeyaz bir hayalet gibi duran Türkiye. Sorumun sonunda asıl Türkler olarak bizim şu anda bir kimlik krizi içinde olduğumuzu çünkü Batı’nın ve Doğu’nun ne anlama geldiğini, bizim “öteki”mizin Doğu mu yoksa Batı mı olduğunu dahi bilemediğimizi (tabi, mevcut hükümetimizin derme çatma iç ve dış siyasetinin de etkisi var) belirttim.

Genel geçer konferans kurallarının da farkındaydım bu soruyu sorarken; yani, konuşmacılar konuşur, dinleyenler soru sorar ve konuşmacılar sorulara cevap vermez! Fakat en azından bazen soruya değinir, çevresinde dolaşır veya bir açıdan yaklaşır. Benim durumumda bunların hiçbiri olmadı. Galiba, sorduğumun bir soru değil de, cevabı kendisinden menkul bir serzeniş olduğu düşünüldü. Aslında böyle değildi, kinaye yapmıyordum. Avrupa’da bir kimlik krizi yaşadığını gerçekten düşünüyorum ve nasıl oluyor da “öteki”si konusunda bu kadar net olabiliyorlar bunu anlamak istiyorum. İki büyük filozoftan birinin (cevap zaten beklemiyordum ama) konuya ne açıdan yaklaşacağı, nasıl bir argüman geliştirilebileceği konusunda ipuçları vereceğini umuyordum en azından. Olmadı, olduramadım.

Kafamdaki birkaç olasılığı paylaşmak istiyorum. Bu acaba şu durumlardan biri olabilir mi?

1.)                             Kimlik krizi içindeyim, kim olduğumu kaybetmiş durumdayım ama “bu” olmadığımı da kesin olarak biliyorum”. Yani Avrupa her ne kadar kimlik krizi içinde de olsa Türkiye’yi o kadar uzakta görüyor ki, kendisinden emin olamasa da “öteki”sinden bu kadar emin olabiliyor.
2.)                             Biz kimlik krizi içindeki renkli renkli Avrupa ülkeleriyiz. Doğumuzda ise monoblok renksiz, kim olduğundan gayet emin olan Türkiye var.” Yani Avrupa bir kimlik krizi içinde ve kimlik krizi içinde olmayıp, kendisinden tamamen emin olan kimliksel olarak monoblok bir yapı sergileyen ülkelerden (bu eminliklerinden dolayı) korkuyor ve onları “öteki” olarak görüyor. Kimlik bunalımı içindeki karasız demokratlar versus kimliğinden emin kararlı totaliterler.
3.)                             Kimlik krizi düşündüğümüz kadar derin değildir. Ya da Avrupalı sıradan vatandaş değil de, Avrupa kültürü üreticileri veya Batılı düşünürler bir kimlik krizi içine girmiştir.

Konuya nasıl yaklaşılabilir? Sosyolojik, psikolojik hatta psikanalitik, siyasi, ekonomik? Batı'nın kimlik krizinin mahiyeti nedir?


[1] Zygmunt Bauman, Bireyselleşmiş Toplum, Ayrıntı yayınları, İstanbul, 2005s. 182–183

2 yorum:

  1. "öteki"yi, yani ne olmadığını, üstelik de(sözde) bir kategorik uzlaş(a)mazlığı içerecek biçimde tanımlamak, ne olduğunu tanımlama sorununu (kısmen) ortadan kaldırıyor.

    özellikle ortadoğu kökenli foucaultyenlerin son yıllardaki çalışmaları, cinsel normalitenin tanımlanmasında "öteki"nin coğrafi olarak afrika'daki kolonilerde, ama aynı zamanda "islam dünyası"nda (ki "islam dünyası" kötü bir kurgudur - bu konuda olivier roy'ya bakılabilir) bulunmasının rolü üstünde durdular. (arzu edersen daha sonra bu konuda kaynak verebilirim.)

    ki kimlik tanımlamasının, dışlama süreçleri üstünden negatif yapılması, cinsel normalite konusuna özgü değil.

    islamofobi konusunda fikir yürütürken şöyle yazmışım:

    "sarrazin'in tetiğini çektiği tartışma, şu anda "hıristiyan demokratlar"ın sağında bir kitle partisinin olanaklılığının etrafında dönüyor. hem sarrazin'in parti kurmak gibi bir derdinin olmadığını defalarca açıklamış olması, hem de "hıristiyan demokratlar"ın sağa kayma konusundaki esnekliklerini her gerekli olduğunda ispatlamış olmaları nedeniyle bu tartışmanın bir "sözde tartışma" olduğunu, asıl hedeflenenin genel olarak bütün anaakım partilerin, özeldeyse hıristiyan demokratların sağa çekilmesi olduğunu düşünüyorum. böylece alman sağının kendi içinde yaşadığı anlaşmazlıklar, "ortak düşman"a karşı birleşerek aşılmış olacak. muhafaza edeceği değerler, alman ya da avrupalı kimliğinin ne olduğu konusunda uzlaşması zor görünen alman sağı, "müslüman olmamak" üstünden negatif tanımlanan bir kimlik politikasında biraraya gelmeyi deneyecek. islamla hesaplaşırken avrupa'nın ortak değerlerinin tanımlanacağı ve sınanacağı iddiası yalnızca almanya değil, genel olarak avrupa (merkez) sağında gittikçe yaygınlaşan bir söylem. "müslüman olmayan" avrupalı kimliğinin bir diğer avantajı da, üstünde anlaşılan kimliğin ulusal olmaktan çıkıp "hıristiyan" hale gelmesi ve böylece avrupa birliği sürecinde (merkez) sağın solun kalesine bir gol daha atması."

    YanıtlaSil
  2. bir de siyaset üstüne türkçe yazmaya (yeniden) alışmaya çalışıyorum, dolayısıyla kimi terimlerin türkçe'de nasıl kullanıldığını bilmediğimden doğrudan çevirmek durumunda kalıyorum. dilim sürçtüyse affola...

    YanıtlaSil