4 Kasım 2010 Perşembe

Kertenkeleyi Öldürmeden Önce

Süha Karadeniz
İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Doktora Öğrencisi

Nazım Hikmet Kültür Merkezi kendi içinde kolektif bir çalışmayla, Hrant Dink anısına bir kısa film hazırlamış ve 27 Ocak 2009'da ilk gösterimi yapılmıştı. Adı Kertenkele. Film Hrant Dink'in bir yazısından yola çıkılarak görsel hale getirilmiş. Herkesin kendi hesabına bir pay çıkarması gerektiğini ve Rakel Dink'in "bebeklerden katil yapan sistem" serzenişini hatırlatan film, insanlar-kültürler-toplumlar arasındaki duvarların yıkıcılığını ve bu yıkıcı bilincin nasıl yeniden üretildiğini gözler önüne seriyor. Elle tutamadığımız, gözle göremediğimiz ama burnumuzun tam dibinde duran bu yeniden üretim (yıkım) mekanizmaları öyle yerleşmiş ve sinsice işliyor ki, bir saniye durup üzerine düşünmediğinizde, yazmadığınızda ya da harekete geçmediğinizde sizi bile içine alıyor, kendine ortak ediyor.

Filmin adı benim için özel bir anlam taşıyor. Çocukluğumda başımdan geçen ve halen unutamadığım bir anım, bu filmden sonra yine yakaladı yakamdan bırakmıyor. Bir yaz tatili, köydeki eski evdeyiz yine. Bu yaz kafama koymuşum bir kertenkele yakalayacağım. Çocuk hevesi işte, bir kertenkele gördükçe hevesim canlanıyor, düşüyorum peşine, kaçırınca unutuyorum gidiyor. Fakat birgün bir tanesini tam yakaladım dediğimde elimde kala kala bir kuyruk kaldığında kıvrım kıvrım, o andan sonra ne çocukluğum kaldı ne saflığım. Nasıl da başladım irrasyonel hevesimi gerçekleştirecek rasyonel planlar kurmaya (Tarihte de başımıza en büyük felaketler irrasyonel amaç-heveslerin rasyonel planlarla gerçekleştirilmesinden gelmedi miydi zaten?). Bir kertenkele bulacak, onu ürkütmeden uzaktan sabırla takip edip bir anda yakalayacaktım. Peşinden çocuk gibi koşturmayacak, adam gibi bekleyecektim. Ve bir gün bir kertenkele daha gördüm, bir delikten bakıyordu sessiz sessiz ve ürkek. Ben de sessiz sessiz ve planımın gururuyla gittim bir patates (evet patates) aldım küfeden, başladım beklemeye. Patatesi kertenkeleye vurmak için kullanacaktım. Küçücük çocuğum; bir şeyi tutmak için onu öldürmek gerektiğine nasıl karar vermiştim acaba ya da vermiş miydim acaba? Kertenkele kafasını çıkarıp sokuyor ama istediğim elverişli pozisyona gelmiyordu bir türlü. Sonra gövdesini tüm açıklığıyla benim hevesime sunduğunda aniden indirdim patatesi kafasına. Çıkmayınca canı tam, indirdim bir daha ama ikinci darbeyi korkudan mı vurduydum, yakalama heyecanından mı yoksa panikten mi hatırlamıyorum. Tek hatırladığım o son darbeden sonra hareketsiz kalan kertenkeleye bir süre baktıktan sonra hüngür hüngür ağlamaya başlamamdır. Öylece duruyordu yerde ve onu öldürmüştüm kendi elimle. Bilmiyor muydum öleceğini vururken ya da hevesimin sonucunu ve etkisini ancak görünce mi anlamış-hissetmiştim, tam da başına gelmeden anlamayan her çocuk gibi. Ne yaptım biliyor musunuz? Aldım kertenkeleyi az önce onu acımasızca öldürdüğüm elime nazikçe ve onu az önce çıktığı kovuğa, evine geri koymaya çalıştım küçücük katil parmaklarımla. Onu olabildiğince doğal görünecek şekilde bir ayağı yukarıda bir ayağı aşağıda, vücudunu sanki kendi kıvırmış gibi bükümlü yerleştirmeye çalıştım. Hala ağlıyor, yaştan buğulanmış gözlerimi bir kapayıp bir açıyor ve sanki onu orada ilk kez görmüşüm ve aslında canlıymış gibi hissetmek istiyordum. Nasıl da istiyordum şimdi yaşamasını, o kendine has hızlı hareketleriyle dilediği yere gitmesini, aynı bahçe içinde ikimizin birden var olmaya devam etmesini... Gözümü kapayıp bir süre bekleyip açtığımı ve onun hareketsiz bedenini her görüşümde, inanamayıp yaptığıma, ağlamaya, pişmanlığa, özürler dilemeye devam ettiğimi unutamam hiçbir zaman. Keşke, keşke bir durup düşünseydim (yazsaydım ya da harekete geçseydim) bu yıkıcı hevesimin üstüne. O zaman belki gerek kalmadan, öldürdükten sonra kertenkeleyi, ağlamama ve özürler dilememe; anlardım onunla aynı bahçede olmanın ne büyük zevk olduğuna da yapmazdım bu yaptıklarımı.

Peki, gelmedi mi zamanı burada, bu bahçede yaşayan koskoca insanlar olarak, şu çocukluktan kurtulmamızın; yaptıklarımızın, incittiklerimizin, öldürdüklerimizin arkasından ağlayıp, eyleyip, özür dilemeyi bırakıp da, bu yıkıcı duvarlara-mekanizmalara-heveslere karşı bir durup düşünüp, yazıp, harekete geçip de anlamamızın, gerek kalmadan pişman olmaya, ne büyük zevk olduğunu duvarsız-sınırsız-sınıfsız bir toplumda yaşamanın?

Kendiyle hesaplaşmaya hazır, pişmanlıklarımızdan sıkılmış olanlara harekete geçmenin ilk adımı olarak filmi izlemelerini tavsiye ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder