4 Kasım 2010 Perşembe

Beşiktaş Taraftarına Mektup

Süha Karadeniz, Beşiktaş Taraftarı

2007-2008 1-2'lik Sivas maçı. Ankara'dan arkadaşım gelmiş, siyah-beyaz bir film varmış, stadda bir matem havası...İşinin gücünün ortasında Ankara'dan günübirlik maça gelen ve gece otobüse binip geri dönecek olan arkadaşımın açıklaması şuydu; "Böyle bir durumda takımımı yalnız bırakmamam gerektiğini hissettim. Gelmezsem olmazdı." Beşiktaş taraftarının takımıyla kurduğu ilişki işte böyle bir ilişkidir. "Sevinmek için sevmedik"in açılımı budur. Kendini takımına karşı sorumlu hisseder, Beşiktaş taraftarı. Her zaman gülmek, oynamak, sevgilisiyle buluşmak için değil; bazen ağlamak bazen de sadece gelmek zorunda olduğunu hissettiği için, sorumluluktan gelir stada. Kant'çıdır bir bakıma Beşiktaş taraftarı.

İşte işlerin iyi gitmediği o günlerde dolmuştu stad yine her biri huzursuz ama her birinin bir sorumluluğu da olan taraftarlar tarafından. Kendi başkanlarından daha ilkeli olan taraftar PAF takımını istiyor sahaya, "sözünü yiyen başkan" istemiyorlar. PAF takımını isteriz sesleri, yönetim istifa sesleri, Y.D. yeter sesleri... Bu işin 1. dakikası 90. dakikası yok. Taraftar her dakika bağırır, eğer gerekiyorsa. Ardından bir gol atıyor Beşiktaş.

(Şimdi buraya uzun bir parantez açmak istiyorum. Her taraftarın en büyük zevkidir uzun uzun "Gooooolll!!" diye bağırmak. İnsanları stadlara çeken en büyük motivasyon budur. Denir ya, “küfür etmek, deşarj olmak isteyen stresli insanların başvurduğu bir yoldur” diye; "Gooooolll!!" diye bağırmaktan daha deşarj edici bir şey olamaz stad sınırları içinde. Küfür, "Gooooolll!!" diye bağıramamış taraftarın alternatif yöntemidir. Beşiktaş taraftarının çekiciliği, bu alternatiflerinin (küfürlü - küfürsüz) çok yaratıcı, çok yönlü ve çeşitli olmasıdır. Ayrıca yukarıda söylediğim gibi diğer taraftarların büyük çoğunluğunun aksine sadece sevinmeye de gelmez zaten stada Beşiktaş taraftarı. Yine de "Gooooolll!!" diye bağırmaktır bir taraftarın en büyük mutluluğu. Bu yüzdendir ki , Sergen 100. yılda şampiyonluğu getiren golü (eski açıkta, tam önümüzde) attığında, (beşiktaş taraftarının gelmiş geçmiş en mutlu anlarından biridir) deşarj olmak ya da mutluluğunu ifade etmek için kimsenin aklına birilerine küfür etmek, ona buna sözle sataşmak ya da çok sevilen bir tezahürata başlamak gelmedi, herkes uzunca bir süre "Gooooolll!!" diye bağırdı sadece. "Kartal gol gol gol" tezahüratının anlamı da budur aslında. Takımından gol isteyen, uzun uzun "Gooooolll!!" diye bağırmak isteyen o taraftarın üç kısa "gol" ile boğazını patlatırcasına bunu beklemesidir bu tezahürat.)

Evet, Sivas'a golü attı Beşiktaş ama o en büyük tatmin, "Gooooolll!!" diye uzun uzun bağırma olmadı. Herkes (çoğunluk diyelim) o "Gooooolll!!" bağırışını boğazına düğümledi, içinde tuttu. Bu tutma, ağlamamak için kendini tutmaya ya da gıcık hocanızın stresli geçen dersinde arkadaşınızla aranızda o nereden çıktığı belli olmayan gülme krizinde kahkalarınızı tutmaya benzemez; belki biraz Cüneyt Arkın'ın Malkoçoğlu filmlerinde bir şekilde düşmanın eline düşüp, işkence gördüğü zamanki kendini tutmasına benzer. Düşman yarayı kanırtır, Malkoçoğlu düşmanına beklediği tatmini vermemek için tüm bedeni, yüzü acıyla titrese, sarsılasa da ağzını açıp gık demez. İşte kısa süreli bu tutmanın ardından taraftar "Y.D. yeter" diye bağırmaya başladı. Gol olmuş, gol diye bağırılmamış, en büyük tatmin başka bir amaç için ertelenmiş… Bu bir taraftar tarafından yapılabilecek en sert muhalafettir, kanımca. Maçı 1-1'e ve 1-2'ye getirenin bu tezahürat olduğu iddiası vardı ama bence yanlıştı. Çünkü golden sonraki "Y.D. yeter" tezahüratları yerini, 1-1'e kadarlık bölümün büyük çoğunluğunda "Aldırma Kartal" tezazüratına bırakmıştı zaten. Aldırma Kartal, ilkesiz başkanına aldırma Kartal, düzenin çarpıklığına aldırma Kartal, kötü hakemlere ve takımın kötü oyununa aldırma Kartal, başın öne eğilmesin. Beşiktaş tarafatarının Kartal dediğini de kimse üstüne alınmasın. Futbolcuların, yöneticilerin, teknik kadronun, her şeyin üstünde bir kavrama tutkundur Beşiktaşlılar. Bunların hepsini çıkardığınızda geriye kalan şeydir o. Bir televizyon programında bir Beşiktaşlı "Beşiktaş için her şeyi yaparım, Beşiktaşlılık için ölürüm" demişti. İşte böyle bir şeydi o tezahürat; şu futbolculara, yöneticilere, hakemlere, rakiplere aldırma Kartal. 1-1 ve 1-2'den sonra yine istifa sesleri... Maç bitiminde, "Bu tezahüratı yapanlar akşam başlarını yastığa koymadan önce uzun uzun bir aynaya baksınlar, neye alet olduğunu anlasınlar!" diye sitem edildi. Yani maç bu tezahüratlar yüzünden kaybedilmişti. Ben öyle düşünmüyorum ama diyelim ki öyle, yine de o maçı Beşiktaş'ın kazanıp kaybetmesinden daha önemli şeyler vardı; onlar için bağırılmalıydı. Eğer yanlış bir şey vardıysa, o da o akşam Y.D.'yi istifa ettiremememizdir diye düşündüm. Hala da öyle düşünüyorum. Beşiktaş o gün o maçı kazanabilirdi de, (kaybetmesini niye isteyelim ki!) hatta keşke Beşiktaş maçı kazansaydı ve Y.D. yine de istifa etseydi. Ama işte hayat çok acı; bu ikisinin de tam tersi oldu. Sezon sonunda 2 kupa aldık ve sevindik tabi ama içimde bir ukte vardı hep. O zaman içinde ukte olmayayınız var mıydı, sorarım size? Daha sonra, ilginçtir, bu başkan, kendisi aleyhine taraftarları bağırtmamaya çalışan tribün liderlerinin stada girmesini yasaklattı. Daha sonra bu başkan dünya starlarını Beşiktaş’a transfer etti. Şimdilik, paçayı kurtardı.

Şimdi maçlara daha farklı geliyor Beşiktaş taraftarı. Tabi gelemeyenler de var. Cezai yasaklılar malum (kendisine karşı bağırmadıkları ve bağırttırmamaya çalıştıkları adam tarafından yasaklandılar), ekonomik yasaklılar malum (en ucuz bilet bilmem kaç lira, kapalı üst bilmem kaç lira). Ben hala, içime ta şeref tribününden oturan bir ukteyle izliyorum maçları, dışarıda bir yerlerde. Ekonomik yasaklılardanız çünkü...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder